Dr. Baran Bozoğlu, Dubai’de düzenlenen Birleşmiş Milletler İklim Zirvesi’ni tüm ayrıntılarıyla anlattı: En yalnız ülke Türkiye

Cumhuriyet Halk Partili Dr. Baran Bozoğlu, Dubai’de düzenlenen Birleşmiş Milletler İklim Zirvesi’ni tüm ayrıntılarıyla anlattı.

  • Taraflar Konferansı’nda varlıklı, gelişmiş ülkelerle, gelişmekte olan ülkelerinin çekişmesi olduğunu görüyoruz. Gelişmiş ülkeler finansal destek veriyor ama para aslında yine kendilerine dönüyor.
  • Türkiye gerçekten COP28’de tek başına kalan tek ülke. Her ülkenin bir grubu var ama Türkiye herhangi bir grupta yer almadan kendi başına müzakere yürütüyor. Grubu olmayan tek ülke Türkiye.

CHP PM üyesi ve Çevre Mühendisi Dr Baran Bozoğlu, Cumhuriyet’in sorularını yanıtladı.

– Birleşmiş Milletler İklim Değişikliği Konferansı’nda (COP28) açıklanan fonlardan Türkiye yararlanabiliyor mu? 

Türkiye, BM İklim Değişikliği Çerçevesi Sözleşmesi’nde “gelişmiş ülke” olarak tanımlandığı için bu fonlardan yararlanamıyor. Müzakerelerde, “Bizi gelişmekte olan ülke olarak kabul edin ve bu fonlardan yararlanmamızı sağlayın” politikası üretiliyor. Ama bu kabul görmedi. Şu anda ekonomisi gelişmiş olan Güney Kore, Brezilya, Çin bile “gelişmekte olan ülke” statüsünde ve bu fonlardan yararlanabiliyor.

– Neden Türkiye “gelişmiş ülke” statüsünde?

Gelişmekte olan bir ülke olmasına rağmen gelişmiş ülke statüsünde. 1994’teki anlaşmada Türkiye bunu kabul ettiği için bu kaynaklardan yararlanamıyor. Onun yerine alternatif bir takım kaynaklardan yararlanmaya çalışıyor. Ama tabii ki çok büyük bir haksızlık.

– Türkiye’nin iklim krizindeki payı nedir?

Özellikle küresel sera gazı emisyonlarının sorumluluğunun sadece yüzde birine sahip olan bir ülkeyiz ve tarihsel olarak bu krizin sebebi değiliz. Sebebi olmadığımız bir sorunun en çok etkilenen ülkelerin başında gelen bir coğrafyada yaşıyoruz. Ancak, kömür ve petrole dayanan bir ekonomimiz olmamızdan dolayı da günümüzdeki büyük sera gazı üreticilerindeniz. Dolayısıyla hem iklim krizi etkilerinin ülkemizde azaltılması hem de sera gazı emisyonlarımızı azaltmamız için bizim mutlaka uluslararası alanda oluşturulan bütçeden yararlanabilir hale getirilmemiz gerekiyor.

– Türkiye COP28 sırasındaki müzakerelerde bu konudaki haksızlığı dile getirdi mi?

Evet. Türkiye bunu uzun süredir müzakerelerde ifade ediyor. Fakat bu tek başına Türkiye’nin ya da birkaç ülkenin vereceği bir karar değil. 198 ülkenin tamamının onay vermesi gerekiyor ki Türkiye bu fonlardan yararlanabilir hale gelsin.

– Diğer ülkeler neden onay vermiyorlar?

Biz Taraflar Konferansı’nı (COP) biraz çevre, iklim politikaları ve dünyanın geleceğini kurtarmak adına görüyor olsak da aslında çok büyük bir dış politika sürecinin de yansıması olduğunu söyleyebiliriz. Yani ülkeler arasında kurulan ilişkiler, tarihsel problemler, kalkınma ciddi biçimde önemli.

– COP’ta alınan kararların bir bağlayıcılığı yok mu?

Alınan kararların hiçbirisi bağlayıcı değil. Doğrudan bir yaptırımı yok. Niyet beyanı. Ülkeler bir araya gelip, “Biz buarada alınan kararları kabul ediyoruz” diyorlar. Paris İklim Anlaşması da böyle. Ama ilkesel olarak taraf olduğunuz bir yerde etik olarak uygulama yapmanız gerekiyor.

– Yaptırım yoksa ülkeler neden bu kararları uygulansın?

Yaptırım aslında şu; finansal kaynaklara ulaşma süreciniz kısıtlanabiliyor. Örneğin Dünya Bankası, Avrupa İmar ve Kalkınma Bankası gibi birçok farklı fon kaynakları var. Bu konuda bağışçılar var. Bunlardan yararlanabilmek için de sizin “Seragazı azaltım ve iklim değişikliği uyum politikalarımız budur ve bu adımları atacağız” diye somut veriler ortaya koymanız gerekiyor ki o finans kuruluşları ya da uluslararası bağış kuruluşları size destek versin. O nedenle bunlara taraf olmak çok önemli. Yani hukukken bir zorlayıcılık yok ama ekonomik anlamda bir zorlayıcı pozisyonu çok net var. Ülkenizin kalkınmasını, yatırımların gelişimini doğrudan etkiliyor COP kararları. 

– Peki bu Türkiye’deki enerji sektörünü nasıl etkilenecek?

 Açıkçası olumlu etkileyecek. Yani bu anlamda dünyada bir eğilim var ve yapılan bu toplantılarda bütün ülkeler artık kömürün, fosil yakıtların, petrolün belirli bir süreç içerisinde terk edilmesi konusunda hemfikir olmuş durumda. Bu otomatikman enerji ihtiyacının yenilebilir enerji kaynaklarının karşılanmasını ve enerji verimliliğini bir zorunluluk haline getiriyor. Bizim ülkemizde de yatırım yapacak olan kişilerin, kurumların, özel sektörün destek alması için bütçesini hazırlarken yenilenebilir enerjiye ve çevreci yatırımlara yönelmesi gerekiyor. Yoksa finans kuruluşlarından destek alamıyorlar.

– Türkiye hem ekonomik çıkarlarını hem de fosil yakıtların terk edilmesiyle ilgili verdiği taahhüdü nasıl dengeleyecek?

 Türkiye’nin birincil enerji kaynaklarının yüzde 50’den fazlası, fosil yakıtlara dayanıyor ve bu fosil yakıtlarının da yüzde 78’inden fazlasını ithal ediyoruz. Paris İklim Anlaşmasına taraf olduğumuz Ekim 2021’den bu yana yabancı ülkelerden aldığımız fosil yakıtlara (kömür, petrol, doğalgaz) 178 milyar dolar harcadık. Bir çalışmaya göre, güneş ve rüzgardan ürettiğimiz elektrik 1 yıl içerisinde 7 milyar dolar yani 1 aylık enerji ithalatını önledi. Biz fosil yakıtı zengin olan bir ülke olmadığımız için, fosil yakıt kullanmaya devam ettiğimiz sürece fakirleşeceğiz. Bu çok net. Fakirleşmemizin birinci sebebi, ithal ediyor olmamız. Öte yandan AB yurt dışından alacağı ürünlere dair bir karbon vergilendirmesi sistematiği geliştirdi. Bu “sınırda karbon vergisi” olarak geçiyor. AB diyor ki “Bana göndereceğiniz malın karbon ayak izini hesaplayın ve eğer bu benim sınır değerlerimi aşıyorsa bunun vergisini vereceksiniz”. Dolayısıyla fosil yakıtı kullanan bir enerji yöntemiyle üretim yaptığınızda o ürünün karbon ayak izi, sera gazı miktarı, iklim etkisi yüksek çıkıyor. Yüksek çıkınca da siz malı Avrupa’ya gönderirken sınırda vergi ödüyorsunuz. Vergi ödediğiniz zaman da yurt dışındaki diğer ülkelerle rekabet edemez hale geliyorsunuz.

– AB karbon ayak izine bağlı vergi uygulaması ne zaman başlayacak?

2026’dan sonra AB’ye giren belli başlı ürünlerde karbon vergisi alınacak. Yalnız AB de değil gelecekte Kanada, Amerika ve diğer dünya ülkeler de mal gönderen ülkelere sınırda karbon vergisi uygulamaya başlayacaklar.

– Yani Türkiye ihracat yaparken zarar mı edecek?

Hatta ihracat yapamaz hale gelecek. AB, karbon ayak izi düşük olan ürünü almayı tercih edecek. Türkiye’den vazgeçecek. Çünkü ürettiğimiz ürünün fiyatı karbon vergisine girdiği zaman çok pahalı olacak.

– Türkiye’nin bunun için bir hazırlığı var mı?

2015’te Paris İklim Anlaşması’nda ve öncesinde AB bunu hep anlattı ve “Hazırlıklı olun” dedi. Ama Türkiye göz göre göre, 8-9 yıldır bu konu gündemde olmasına rağmen herhangi bir dönüşüm yapmadı. Çok geç kaldı.

– Dönüşüm için ne yapılmalı?

Öncelikle iklim değişikliği kanunu hemen Meclis’e gelmeli.

– Bu kanun neyi sağlayacak?

Karbon borsası kurulmalı ki Türkiye sera gazı emisyonlarını düşürebilsin ve diğer ülkelerle ihracatta rekabet edebilsin. AB’deki gibi bir emisyon ticaret sistemi Türkiye’de de olmalı. Bu ancak kanunla sağlanabilir. Emisyon ticaret sistemini kurduğunuzda karbon vergisini çok daha kolay çözebilirsiniz. İki; Türkiye kömürlü termik santrallerden bir çıkış programı açıklamalı. Burası çok kritik. Çünkü 2020’de bazı termik santraller çevresine uyum olmadığı için kapatılmıştı ve termik santrallerden geçimini sağlayan halkta tepki olmuştu. Üç; yeşil dönüşüm yapan sanayicinin ihtiyacı olan ekonomik destek ve vergi avantajları sağlanmalı. Dört; Çevre teknolojilerinde, yerli ve milli ürünler oluşturularak maliyetler azaltılmalı.

– Termik santrallerin kapatılmasıyla işsiz kalan kitle ne olacak?

Buna adil geçiş diyoruz. İşçinin, emekçinin, oradaki yurttaşın zarar görmeyeceği, yeni bir iş, istihdam alanlarının tanımlanması, planlanması gerekiyor.

– Mevcut iş gücü yenilenebilir enerjiye yönlendirilebilir mi?

Yenilenebilir enerjide ciddi bir istihdam açığı var. Termik santrallerdeki yurttaşların buraya yönlendirmesi çok hızlı bir çözüm olacaktır. Uluslararası Enerji Ajansı’nın raporuna göre yenilenebilir enerji yatırımları kömür yatırımlarından 5 kat daha fazla istihdam yaratıyor. Bir de elektrikli araçlar konusu var. Şu anda dizel, benzin kullanılan araçlarda yan sanayimiz gelişmiş durumda. Ama elektrikli araçlara dair böyle bir birikim yok. Buradaki insanlar da yoksullukla, işsizlikle karşı karşıya kalacaklar. Bu alanda çalışanların elektrikli araç endüstrisine entegre edilmesi gerek. Tüm bunlar dönüşüm sürecinin parçası olarak planlanmalı ama ortada hala bir plan yok, eğitim ile insan kaynağı üretim süreci yok… Kömürden çıkışı ne kadar hızlı sağlarsanız, sanayicinin kullandığı elektrik de temiz olur. Temiz elektrik kullanan sanayici temiz üretim yapar, temiz üretim yaptığı zaman da rahatlıkla ürün satar.

‘DÖNÜŞÜM OLMAZSA SANAYİ ÇÖKER’

– Önümüzde 5 sektöre dair yalnızca 2 yıl var. Eğer dönüşüm gerçekleşmezse ne olur?

AB, tekstil gibi diğer sektörlere doğru uygulamayı genişletecek. Türkiye dönüşümü önümüzdeki dönemde gerçekleştiremezse; sanayi çöker. Büyük bir işsizlik, büyük bir yoksulluk ortaya çıkar. Bizi bekleyen risk şu: Fabrikalarımızda üretim duracak. Çünkü fabrikalar ürettiği ürünü satamaz hale gelecek. Fabrikalar durduğu zaman işsizlik artacak. Ciddi bir ekonomik ve sosyal çöküntü riskiyle karşı karşıya kalacağız. Sanayileşme anlamında geriye gidiş olacak.

– 2 yılda ne kadar uyum sağlanabilir?

Bu hükümetin başarması çok zor. Çünkü geleneksel yöntemlerle çalışıyorlar. Liyakatsiz, plansız bir yapı var. Sadece günü kurtaran ve seçimlere odaklı bir politika izleniyor. Şunu göremiyorlar, dünyada büyük bir enerji, sanayi ve bilişimdevrimi yaşanıyor. Bu devrimi yakaladığınız zaman, bu size istihdam ve ekonomik girdi sağlayacak. Kalkınma beraberinde gelecek. Bu ekonomik kriz aslında bizim fosile değil, temize dönmemiz için bir araç olmalı.

– Ne kadar zamana ihtiyaç var?

İnsan kaynağına ihtiyacımız var. İnsan kaynağının eğitimi var. Eğitim için bir seferberlik başlatmamız lazım. Birinci aşama bu.

– Bunun için eğitimli insan kaynağı yok mu?

Bakanlıkların personel yapısı, üniversitedeki eğitim müfredatı buna uygun değil. Liselerdeki ara kademe dediğimiz yani şu anda taş işçisi, torna tesfiye işçisi bile bulmakta zorlanan bir eğitim sisteminden bahsediyoruz. Burada elektrikli araçların, şarj istasyonlarının tamir ve bakımı konusunda, pil teknolojisinin geliştirilmesi, bunların üretilmesi, bilişim teknolojisi konusunda ara eleman eksiği var. Hızlı bir reform hareketiyle bu gerçekleştirilebilir.

– Bütçede yenilenebilir enerji için yeterli bir pay ayrılıyor mu sizce?

Bütçe zaten tamamen fosil yakıtlara, kömüre ve inşaata dayanıyor. Bütçe, 21. yüzyılın gerçeklerinden kopuk. Genel Başkanımız Özgür Özel’in vurguladığı gibi adaletin, doğanın, yeşil dönüşümün, üretimin ve kalkınmanın olmadığı bir bütçe.

– Hükümetin tüm bunları yapması için elini tutan nedir?

Bir fosil lobisi var kuşkusuz. Bu Taraflar Konferansı’nda da var. Orada müdahale etmeye çalıştılar. Türkiye’de de bu konudan ekonomik gelir elde eden ve hükümetle birlikte çalışan yapılar olduğunu görüyoruz. Bu fosil lobisi dönüşümü engellemeye, Türkiye’nin kalkınmasını ve rekabetini engellemeye çalışıyor. Bizi eski teknolojiye yönlendiriyor.

– COP 28’de Türkiye’nin performansı nasıldı?

O toplantılara son 5 yıldır Türkiye daha fazla temsilci ile katılıyor.. Ama müzakerelerde somut bir başarı elde ettiğimizi söyleyemeyiz. Türkiye yalnız bir ülke. Şu an Türkiye gerçekten COP28’de tek başına kalan tek ülke.

‘GRUBU OLMAYAN TEK ÜLKE’

– Ne anlamda tek başına kalan?

Müzakere gruplarına baktığınızda, G77/Çin Grubu, ALBA Grubu, Avrupa Birliği Grubu (AB-28), Çevresel Bütünlük Grubu (İsviçre, Meksika, G. Kore v.b.), Şemsiye Grubu (Avusturalya, ABD, Kanada, Japonya v.b.) hep birlikte müzakere yaparken Türkiye herhangi bir grupta yer almadan kendi başına müzakerelerde süreç yürütmeye çalışıyor. Güney Amerika ülkeleri var. Küçük ada ülkeleri var. Bunların hepsi platform olarak, grup olarak müzakere katılıyor. Grubu olmayan tek ülke Türkiye.

– Neden bir grubumuz yok?

Yalnızız. Bu müzakere anlamındaki başarısızlığımızı gösteriyor aslında. O müzakerelerde diğer ülkelerle işbirliği yapan bir tarzımız yok.

– Bütün COP’larda böyle mi oluyor?

Tabii ki.

– Bu Türkiye’nin tercihi mi yoksa onlar mı istemiyor?

Karşılıklı olan bir süreç. Oradaki her ulus kendi çıkarlarını düşünerek hareket ediyor. Mesela koalaları ile ünlü sempatik Avustralya, en büyük kömür ihracatçısı. Fosilin devam etmesi için çaba harcıyor. Kanada petrol konusunda çok güçlü bir ülke. Dışarıda çok çevreci görünen, demokrasisi güçlü olduğu ifade edilen bu ülke petrolün kullanımının devamı için mücadele veriyor. Dolayısıyla her ülke kendi ulusal çıkarları doğrultusunda bu zirvelerde yer alıyor.

– O halde bu zirvelerin kendisi göstermelik oluyor?

Bu tanım haksızlık olur. Sonuçta bir tartışma yapıyor. Fikirler tartışılıyor, her müzakereci ülke için öğretici ve farkındalık geliştirici bir süreç. Mesela küçük ada ülkeleri, yoksul ülkeler orada mücadele ediyor. Haklarını aramaya çalışıyorlar. Bu ülkeler topraklarını, kültürlerini kaybediyorlar. Deniz seviyesi yükseldiği zaman, ülkesi yok oluyor.

‘ÜLKELERİN ÇEKİŞMESİ’

– Bu durum büyük ülkelerin ne kadar umurunda?

Açık konuşmak gerekirse, burada bir ekonomik tartışma var. Bugün iklimle ilgili teknoloji Batı ülkelerinde. Bu ülkeler finansal desteği sağlarken, bir yandan kendi teknolojilerini satıyorlar. Yani gelişmiş ülkeler finansal destek veriyor ama aynı zamanda ekonomik bir girdiği sağlıyor. O para aslında yine gelişmiş ülkelere dönmeye başlıyor. Taraflar Konferansı’nda varlıklı, gelişmiş ülkelerle, gelişmekte olan ülkelerinin çekişmesi olduğunu görüyoruz.

– COP28 sırasındaki protestolar ne ile ilgiliydi ve zirvenin sonucuna etkisi oldu mu?

Genellikle kömürden ve fosil yakıttan çıkılması için eylem ve etkinlikler düzenlendi. Ada ülkelerinden gelen insanların verdiği tepkiler vardı. Engelliler de tepkileri ortaya koydular. Çünkü iklim değişikliğinin içerisinde en kırılgan grupların başında engelliler geliyor. İlginçtir, iklim krizinin çözümünde nükleer santralın iyi bir çözüm olduğunu söyleyen gruplar da vardı. Tümü uluslararası basında haber oldu. Aynı zamanda toplantılara giden insanlar o eylemlerin içinden geçip gidiyorlar. O insanları görüyor olmaları müzakerelerde vicdani anlamda büyük bir sorumluluk yüklediğini söyleyebiliriz.

– İlk kez kayıp hasar fonu kurulacak, bunun önemi nedir?

Bu, gelişmiş ülkelerin çok istemediği bir şeydi. Çünkü kayıp ve zarar fonu dediğimiz kavram aslında yoksul, gelişmekte olan ülkelerin bir hak talebi. Gelişmiş ülkeler bu zamana kadar bunu kabul etmiyorlardı. Bunun kurulması önemli. Bu artık kazanılmış bir değer.

– Bu sayede gelişmekte olan ülkeler para alabilecek mi?

İklim değişikliğine uyuma yönelik gelişmekte olan ülkeler ve küçük ada ülkeleri para alabilecekler. Ayrıca, uluslararası mahkemelerde gelişmiş ülkelerin ya da bu konudan sorumlu olan büyük uluslararası şirketlerin hukuki anlamda sorumluluğu oldu.

– Kararların bağlayıcılığı ve yaptırımı direkt olarak yoktu, bu fonla yaptırımın da önü mü açılıyor?

Bu fonun kuruluyor olması demek, gelişmiş ülkelerin bu sorunun sorumluları olduğunu kabul ettiği anlamına geliyor.

– “Ödemeyeceğim” deme ihtimali var mı?

Şu an gönüllü olarak para ayırdıklarını duyurdular. Yaklaşık 750 milyon dolar taahhütleri var. Örneğin iklim krizi kaynaklı evini kaybetmiş, kültürel değerleri yok olmuş insanlar bu kayıp zarar fonundan destek almaya başlayacaklar. Uluslararası mahkemelere gidip “Sorumlusu bu büyük petrol şirketleri” diyebilmelerinin zemini güçlendi. Aynı zamanda başka tazminatlar da isteyebilecekler. Bu anlamda bu fonun kurulması tarihi bir karar.

– Türkiye bundan yararlanabilecek mi?

Gelişmiş ülke olarak kabul edildiği için yararlanamama riski var. Fakat bizim ülke olarak mutlaka bunu talep etmemiz gerekiyor.

– Toplantıda lobilerin etkisi oldu mu?

Orada da lobiler vardı. Nükleer santral lobileri, fosil yakıt lobileri, yenilenebilir enerjiyi destekleyen lobiler vardı. Farklı farklı birçok lobi gördük. Gıda ile ilgili örneğin, GDO’lu ürünleri destekleyen birtakım şirketler var. Onlar tarım politikasına müdahale etmeye çalışıyorlardı. Organik tarım lobisi de vardı. Dolayısıyla her sektörün kendine ait bir lobi faaliyeti var. Bu lobi faaliyetleri uluslararası müzakerelerde her zaman olur. Müzakerecilerle, politikacılarla görüşürler. COP28’de de benzer durumlar yaşandı.

‘BAE’DE OLMASI DEĞERLİ’

– Toplantının petrol zengini BAE’de yapılması da çok tartışıldı, ne dersiniz?

Çok eleştirildi, fakat ben iletişime çok inanan bir insanım. Her kesimin, her fikrin bir araya gelip konuşması gerektiğini düşünürüm. İklim değişikliği konusunun özellikle bir petrol ülkesinde konuşuluyor olmasını da değerli buluyorum.

– Neden değerli?

– Peki bu konuda samimi olurlar mı?

Türkiye nasıl bir dönüşüm yakalamak zorundaysa, petrol ihraç eden ülkelerin de bu dönüşümü yakalama zorunluluğu var. Bu onların da kaçınılmaz süreci.

‘YAPTIRIM OLMAMASI BAŞARIDAN UZAKLAŞTIRIYOR’

– Bugüne kadar toplamda 28 tane COP yapıldı. Dünya ne kazandı?

Bir grafik yaparsanız sera gazı emisyonlarını, dünya ortalama sıcaklığını ve toplantı tarihlerini yan yana koyduğunuz zaman çizgisel bir artış olduğunu görüyorsunuz. Bu toplantılar tek başına sera gazını azaltmıyor. Tam tersine artış devam etti. Fakat şunu söyleyebiliriz: Toplantılar sonrasında alınan kararlar ülkelerin yatırımlarında önemli etkisi oldu. COP toplantıları tek başına sorunu çözen değil ama dünyanın geleceğine dair farkındalığı olan ülkeleri dönüştüren toplantılar. Dolayısıyla ben olumlu etkisi olduğunu düşünüyorum. Ama yaptırımların olmaması, ülkelerin kendi haline bırakılıyor olması bizi başarıdan uzaklaştırıyor.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir